bu sayfada kişi var
Sevgili dostlar;
Dostlarınızla paylaşmak istediğiniz şiir,
öykü gibi yazılarınız varsa lütfen bize ulaştırın.Bu sayfalarda yayınlayalım.
ANALAR
Analar canım
analar
Evlatları için
bağırları yanar
Dokuz ay karnında
gezdirirler
Evlatları için
derisini yüzdürürler
Çocukları için
sürgü olurlar
Evlatları için
hazır dururlar
Onlara baktıkça
huzur bulurlar
Analar canım
analar
Gözünde yaş
görse içi ürperir
Onunla yaş döker
sevgisini verir
Gurbete gitseler
yollara durur
Analar analar canım
analar
Evlat acısını
gösterme ya rap
Yavrusu ölenin ciğeri
harap
Anasız yavrular
perişan ya rap
Analar canım
analar
Anayı tarif
edemez yaşarsın
Evladı memnun
edemez şaşarsın
Her saat her saniye
kalbinde taşırsın
Analar canım
analar
Kanatlanır yavrular
yuvadan uçar
Anaların bağrında
yaralar açar
Kimileri güler kimileri
keder saçar
Analar canım
analar
Analar ölse de duası
ölmez
Ana hizmetin her
evlat bilmez
Anadan red alan evlat
gülmez
Analar canım
analar
Ana gibi can bulunmaz
Ana kadar şan
bulunmaz
Ana gibi yar bulunmaz
Analar analar canım
analar
TÜRKİYEM
Ülkeler içinde tükenmez
kaynak
Asker doğar
yavrularım canım Türkiye’m.
Sözüne sadıktır
işine ilmek
bekler nöbetini vız
gelir ölmek.
Şehitler vatanı
canım Türkiye’m
Ay yıldızlı
Türkiye’min bayrağı
Şehitlik Türk’e
hak armağanı
Muhammet torunu İmam
Hüseyin
Şehitler vatanı
canım Türkiye’m
Ne olurdu erkek doğsaydım
Ömrümün boyunca asker
olsaydım
Gam yemezdim vatan
için ölseydim
Şehitler vatanı
canım Türkiye’m
Şehitlere benim
gözüm doluyor
Şehitlere benim
kalbim duruyor
Vijdansız zalimler
nasıl vuruyor
Şehitler vatanı
canım Türkiye’m
ÖVGÜ
Bu dünyada temiz
ırmak
Can istiyor onu görmek
Beynimin güzel fikri
Kalbimin sonsuz zikiri
Beni Mevla’ya
götürür canım Muhammet
Yoluna yüzümü sürsem
Filizlerin kime sorsam
Hak nasip etse de
bulsam
Canım Muhammet
muhammet
Bu aleme geldin örnek
Haddim yetmez seni
övmek
Dünya ahret sonsuz
nimet
Canım Muhammet
Muhammet
Kimileri senden ırak
Hak’tan geldi
sana burak
Şükür olsun
sana yarab
Canım Muhammet
Muhammet
Sönmeyen güneşsin
sen bu aleme
Melek secde etti
babamız Adem’e
Gem vuruldu şeytana
çalıştın vatana
Canımın
canı Muhammet
Senin sözün bize
senet
Sen getirdin bize
sünnet
Bütün ümmetine şefaat
et
Canım Muhammet
Muhammet
Kainat izinden gitse
Taş üstünde
gül bitse
Düşmanların
yere batsa
Canım Muhammet
Muhammet
Dünyanın aynası
Allah’ın canı
Kendinden kendine
vermiş o şanı
Yüklemiş savaşı
yüklemiş gamı
Canımın
canı canım Muhammet
Onun ilk durağı
şüphesiz sensin
Dünyada ahrette içiçe
sensin
Hak için yanmayan
şu kalbim sönsün
Canımın
canı canım Muhammet
İNSAN
KUŞ MİSALİ
Amma yakın
Amma ırak
Gelir bir gün tahta
budak
Diyemezsin
Götürme bırak
Alır gider
Kuş misali
YUSUF
TUNCER’İN ÖLÜMÜ
Dermansız dertlere
esir olmuşsun
Merhemsiz yarayı
nerde bulmuşsun
İlkbaharda solan
güle dönmüşsün
Ölmüşsün canım
ölmüşsün bugün
Nerde kaldı
o beyliğin
Ceylan gibi yavruların
Gözü yaşlı
sevenlerin
Ölmüşsün canım
ölmüşsün bugün
Güzelliğin destan
dile
Ölümünü bile bile
Gir cennete güle
güle
Ölmüşsün canım
ölmüşsün bugün
Azraile dur diyemem
Dünya cana dardır
o gün
Artık kalkıp
yürüyemen
Ölmüşsün canım
ölmüşsün bugün
Sevenlerin teslim
eder
Alır seni kara
toprak
Mizana koyarlar seni
Açılırsın
yaprak yaprak.
13.03.2006
BOSNA
HERSEK
Ateş gibi güneş
doğar
Dolu gibi kurşun
yağar
Acı anaları
boğar
Acı dolu Bosna
Hersek
Bulutlar siyah dolaşır
Kara haberler yarışır
Ağıt feryaza
karışır
Hüzün dolu Bosna
Hersek
Yavru anaya ana yavruya
Yarab bu azabı
defet sen yok et
Senden yardım
senden medet
Zehir dolu Bosna
Hersek
Analar bacılar
saçların yolar
Vahşice cahiller
canları tarar
Ayaklar kanlara yıllardır
dalar
Kabus dolu Bosna
Hersek
KERBELA
Kuşanma kılıcın
düşme yollara
Gül tenine susamış
zebil kullara
Yezit bular seni
kızıl kanlara
Gitme ciyer parem
gitme Hüseynim
Senin askerin azdır
sayısı
Yorar seni dağlar
itin sürüsü
Git gide artıyor
yezit sayısı
Gitme ciyer parem
gitme Hüseynim
Sana olan zulme dayanmaz
canlar
Yezit denen zalım
sizdenne anlar
Gül tenine akar kanlar
Gitme ciyer parem
gitme Hüseynim
Kerbela ağıttır dillere destan
Başı ayrılsada
ruha ayrılmaz destan
Allah vermiş
size cenneti boştan
Gitme ciyer parem
gitme Hüseynim
06.09.2007 Cumartesi
BİR ANADOLU KADINININ ANILARI
ASKER MİSAFİR BABAM ÇIKTI
Bir
sonbahar sabahı iki veya üç yaşımdayım. Evimize uzun boylu bir erkek geldi. Bacakları çarpık,
sırtı kambur. Çabuk çabuk Ayşe Ebemin bir şeyler fısıldadı kulağına. Ebem öyle
mutlu oldu, yüzünden belli ki gülümsüyor. Hem de, mektup ne zaman geldi, diye soruyordu. Hem de ebeme o da, ebe, diye konuşuyordu.
Bir de, muştuluğumu istiyorum, diye öyle laflar etti ki ben küçük olduğum için hiçbir şey anlamadım.
Sadece anamı, benden on bir ay büyük olan Hatice Ablamı, bir de babamın annesi Ayşe Ebemi tanıyorum.
Kim olduklarını bile bilmiyorum. Evin içinde yataklar serili, sabahın erken körü, güneş filan doğmamış.
O erkek bize bu kadar erken nasıl, neden, niçin gelmiş, kim o insan? Yalnız o adam gidince ebem, yarın
bu saatlerde gelin, Şevket geliyormuş Fadime’nin Ali’ye mektup gelmiş, onu muştuladı,
dedi. Ebem yani babaannem ablamla benim elimden tuttu. Babanız askerden geliyor, dedi. Ama baba kim, Şevket kim,
Ali kim, Fadime kim bilmiyorum. Sonra büyüdükçe anamdan öğrendim. Fadime babamın ablası, Ali onun hem oğlu
hem de babamdan iki yaş küçük. Babam Ali’nin hem dayısı hem arkadaşıymış. Onun için
bize bu kadar rahat gelip gider hem de babaanneme o da ebe dermiş. Ertesi sabah güneş doğmadan anam da ebem
de bir telaş. Ebem avluyu zaten ikindiden süpürüp temizledi. Akşama kadar da ablamla bana, babanız geliyor,
babanız gelecek, size kına, şeker getirecek, deyip durdu. Anamla ebem telaş ettikçe biz kimin geleceğini,
babanın nasıl biri olduğunu bilmediğimiz için daha korkup anamın şalvarına sıkı
sıkı tutunuyoruz. Çocuğun beyninde ilk gördükleri, duydukları o kadar sağlam durur ki sanki tapu
kadar sağlam.
Ben
babamı ilk aynen şöyle gördüm. Güneş doğmadan sabah ezanından sonra, evimiz caminin dibinde, ezan
sanki bizim evin dam başında okunur gibi net duyulur. Deliğin önünden iki kafa kapıya doğru geçti.
Gövdelerini kapının önünde gördüm. Fakat ebem belli ki hiç sabaha kadar uyumamış. Hemen ayağa kalktı,
Şevket geldi, demesiyle kapıya yöneldi. Bizim yatak kapıya daha yakın olduğu için ben tam kapının
altına dikildim. Dışardan bir ses, muştuluğumu isterim, dayımı getirdim. Ayşe Ebem
kapının ardından dayağı çekip çıkardı. Dışarıdaki adamlar içeri girdi. Ben
aşağıdan yukarı bakıyorum. Öndeki adamın sırtında yeşil elbiseler, takkesine
kadar hepsi bir takım. Elbiselerin üzerinde kırmızı kırmızı gelincik çiçeği gibi kumaş
parçaları dikili. Meğer asker urbası böyle olurmuş. Beni kucağına aldı babam. Sanki süslü
gelin gibi güzeldi. Hani insanın ihtiyacı olan bir şeyi tesadüf verince, bulunca memnun olur, sevinir. Açsa
doyar, çıplaksa ısınır. Bana öyle geldi, o anı daha özlüyorum. Meğerki öndeki asker urbalı
babam, arkadaki Fadime Halamın oğlu Ali Amca imiş. Eve girdiler. Babam şöyle anlatıp durdu, gece
trenle Karaköse’den çıktım. Yalınlı istasyonunda indim. Yürüye yürüye İmikler Köyü’ne
dayımgile geldim. Ordan da erken çıktım yürüdüm. Bir pancar arabasına rastladım. Buraya Okçu Köyü’ne
geldim. Ayaklarım potine yapıştı. Yükümde çocuklara kına şeker, arkadaşlara, eşe, dosta asker cigarası derken
uyuyup kalmışım.
KERVAN
Anamla
anneanneme gidiyoruz. Yaşım kaç bilmiyorum. Yalnız anam elimi bırakmıyor ki kesin küçüğüm. Anamı
asılıyorum. Düşersin, der. Beni bırak derim. Bırakırsam seni yabancılar ta uzaklara kaçırır,
gözlerini oyar, kendi çocuklarına takarlar, der. Ben de korkup bir tarafa gidemiyorum. Anneanneme ebe diyorum. O zaman
öyle, babaanneye de anneanneye de herkes ebe, nine diyorlar. Öbür türlü bilen yok. Ebemin evi bizim eve çok uzak. Biz köyün
çarşısında oturuyoruz. Ebemgil taa köyün yukarısında. Yaylaya gider gibi yolda yürürken, bir iki
kadın ellerinde kırık dökük çanak, söyleni söyleni baş aşağıya yürürler. Anam sordu, ne
söyleniyorsunuz, nereye gidiyorsunuz. Kadının biri, kervan gelmiş, dedi. Öbürü biraz şakacı, akıl
aramaya, deyince anam, gerçekten doğru söyleyin, nereye gidiyorsunuz? Şakacı kadın, kervana develer gelmiş.
Anam, yükleri neymiş. Şakacı kadın, yükleri mi, üzüm, yemiş, tuz, hurma, keçiboynuzu, iğde,
bizim onları almaya paramız yok, biz de bu elimizdeki kaplara develerin siğdiğini doldurup içeceğiz,
dedi. Anam, siz şaşırdınız mı hiç siğdik içilir mi, hasta olursunuz. Kadın, derman
için, mayasıla bire birmiş, gel sen de gidelim, dedi. Biz de yürüdük. Sanki köy hep orada. Develer otuz kırk
tane var. Kimisi ığmış, kimisi ayakta. Çocuklar devenin arkasına dikilmiş, avuçlarını
açmışlar, biraz yaşlı ebeler kırık dökük çanak tutuyorlar. Kimileri gülüyor kimileri devenin
sırtında resim çektiriyorlar. Fotoğraf makinesi de kervanla gelmiş. Kervancılar para karşılığı
fotoğraf çekiyorlar. Fotoğraf çekinmeye de herkesin cesareti yok. Dışarıda çalışan bir
iki kişi fotoğrafın ne olduğunu biliyor. Onlar fotoğraf çekilince, bunun ayıp olmadığını
sadece bir anı olduğunu köylüye anlatıyor. Ben hem seviniyorum kalabalığa hem de develeri hiç görmediğim
için boylarından korkuyorum. O ara devenin biri siğmeye başladı. Hatça Ebe babamın akrabası,
bir avuç kendi içti bir avuç da bana içirdi. Yüzümü yıkadı bir de beni siğdiğin altına tuttu, saçlarım
uzasın diye. Hep ıslandım, gözlerime kaçtı, sızlıyor. Öbür yandan başka bir kadın
Hatça Ebe’yi ittirdi. Hep bu rahmet size mi, biraz da benim çocuğumun saçları uzasın. Herkes kapış
kapış, sanki yangından yağma kaçırıyorlar.
İLK KINA VE MELEK
Kurban
Bayramının arifesi. Hatice Ablam takıyı, giysiyi güzeli yeniyi pek severdi. O gün anama ben bayramlık
isterim, kına isterim diye tutturdu. Babam ters ve cimri bir türlü alırım demez. Askerden kına getirdim
ya daha ne, diyor. Anam kınayı arıyor tarıyor bir türlü bulamıyor. Akşam oldu. Büyük halamın
kocası Ahmet Çavuş muhtar olduğu için köyün resmi işlerini şehirde yapmaya gidiyor. Şehre gitmişken
kızına bayramlık almış, halam da kızının elbiselerini ablama getirmiş ben de
ablamın elbiselerini giyeceğim. Anam nakışlı çoraplarımızı sandıktan çıkardı.
Fakat kınayı, evi delik deşik etti kına yok. Sabah bayram, kadın köy yerinden nereden alsın.
Ablam illaki kına yakınacağım diye ağlıyor. Çok küçüğüz heralde, o geceyi bir dumanlı,
derin ıssız anımsıyorum. İkinci yaşım filan. Komşumuz Kezban Hala o gün ihtiyar anasına
kına yakmış. Kezban Halanın babası Sülü Dede bakkaldı. Ablam kına isterim, diye ağlaya
ağlaya uyudu. Anam pek üzüldü. Kalktı Sülü Dedeye gittik. Sülü Dede yakın, bizim eve pek yakın. Sordu
anam, kına bitti evladım, dedi. Eve geldik, Anam ablamın üstünü örttü. Yorgana doğru elim uzanınca
elime bir damla yaş değdi. Anama baktım ağlıyordu. Uyumuşuz. Az sonra kapı açıldı.
Kezban Hala elinde kına sahanıyla içeri girdi. Anasının başına yaktığı kınanın
bulaşıklarına biraz toz şeker biraz su karıştırdı. Ablamın ellerine sanki yaraya
krem sürer gibi biraz biraz sürüp eşarpla bağladı yalan yanlış. Bana da yaktı. Ellerimizin çok
yeri boş. Orada burda bir iki nokta benek. Sabahleyin uyandık ablam öyle sevindi öyle sevindi anlatamam. Kınalarımızı
kim yaktı, deyinca anam, Melek, dedi. Ablam, sen gördün mü, diye bana sordu. Anam, Melek görünmez, diye cevap verdi.
Bir şey isteyip de bulamadığımızda, alamadığımızda ablam hep, ah o Melek bir
daha gelse, der dururdu.
MERDİVENDEKİ CİN
Anam
beni bahçeye giderken, amcamın hanımı İrebiye Cicime emanet ederdi. Ben hani aksi degil de hareketli,
istediğim yere anında çabuk varan bir çocuktum. Yine bir gün anam bahçemizden domates biber getirecek. Beni evlerimizin
uzaklığı on adım olan İrebiye Cicime bıraktı. Amcamın evi çardak iki katlı, merdivenli.
Bizim evimizse, kapıdan dışarısı toprağa basarız, yer ev. Cicim beni kucağında
merdivenden çıkardı, sekiye oturttu, elime de bir bardak süt verdi. Ben sütü içiyorum fakat üzerime de biraz döküldü.
Cicim bana, beş yaşındasın bir bardağı sıkıca tutamıyorsun, kötü müsün sen, deyip
merdivene aşağıya yürüyünce arkasından şalvarına süt tenceresi takıldı, merdivenlere
aşağı süt tencere karıştı. Evin kızı Nazire Abla telaşla içerden dışarı
yarışınca o da beni farkedemedi bana çarptı, merdivenlere aşağı ben de düşüp ta yere
kadar indim. Yerde de avludaki inek süstü. Başım yarıldı, kanadı. O ara anam geldi. Anam, amanin
ne oldu size böyle cin çarpmış gibi deyince İrebiye Cicim, merdivendeki cin, bizi cin çarptı, dedi. O
gün bugün merdivenli ev görünce bu manzarayı hatırlarım.
GRAMAFON
Arkadaşım
Meziyet’le oynuyoruz. Mahallemizde Meziyet’lerin evinen bizim evin arası yirmi adım anca. Onun anasıyla
benim anam amca çocukları. Meziyet’in babası Mustafa Amca yapı ustasıydı, çok güzel kalem gibi
yapı yapardı. Hemen hemen köyün üçte birinin oturdukları evi o yaptı. Mimar gibi adamdı valla. Rahmetli
üç katlı binayı, komşusuna üç ayda bitirmiş. Altmış oda kerpiç bina, üç tarafı pencere,
keklik kafesi gibi. 1959 senesi olacak, sekiz yaşımdaydım. Binanın kiremidi yani çatısı örtülürken
bütün köylü çatı kiremidini kamyondan yere yıktılar. Ben küçükken böyle işleri yardımlaşarak
yaparlardı. Hatta o üç katlı binanın yerinde yıllanmış tepesini, Yunan askeri ordan burdan göçürmüş
yakmış, kevgire çevirmiş. Kapımızdan yürüyerek çıkıp o delik dambaşın yanına
vardım mı, apılayarak da dambaşın üstüne çıktım mı, delikten de göçük yere bakarken anamın beni arkamdan korku içinde
elbisemin sırtından yakalayıp eve getirdiğine, kapıyı da çok zaman kendisi de iş tutarken
dayakladığına aklım eriyor. Anama bunları anlattığımda, sen o zaman dört yaşındaydın,
doğru amma hayret, derdi anam. Hele hele bizden bir iki yaş büyük ablaların abilerin ayaklarını o
deliklerden aşağıya salladıklarını daha iyi hatırlıyorum. Dibi herhalde fazla yüksek
değildi. Tekrar önünden arkasına dolanır gülüşerek itişerek yine içine kayardık. O göçük dambaş
çok genişti tarla gibi. Bazı yerlerinde de papatya kazanlar vardı.
Sonra
büyüdüğümde öğrendim, köyün en zengini Hacı Hasan’ın oğlu Emin ağanınmış
o üç katlı bina. O Emin Ağayı da gördüm sonra, ihtiyarlamış. Altmış odalı üç katlı
bina sahibini. Çocukları pek sahiplenmemişler, altı sene sonra bina olduğu yere sanki kerpiç nadası
gibi çökekalmış. Sabah erken kalkanlar köyün içinde bir toz bulutu oluşturduğunu söylediler. Babaannem
de çok erken kalkardı o da duymuş görmüş. Zelzele olur sandım, önce çatırtı sonra sallantı,
sonra mahalle toz içinde kaldı. Sanki birileri binayı olduğu yere nüzul etti. Yanındaki en yakın binaların camları dahi kırılmadı. Herhalde kerpiç olduğu
için, dedi köylü. Sağlam olan kiremitlerini kerpiçlerini günlerce aylarca çektiler. Sanki yağma var gibi. Bize çok
yakın olduğu için görürdüm.
Meziyet’inen
devamlı orada oynardık. Yine bir gün oynarken Meziyet’in amcasının karısı geldi yanımıza.
Meziyet’e, hadi bize gidelim de benim bebeği salla da bezleri Ilıpınar’da yıkayıp da
geleyim, dedi. Meziyet, hadi sen de gidelim, dedi bana. Gittik. Bebeğin anası, sakın hiçbir yeri karıştırmayın,
ben çok çabuk geleceğim, deyip gitti. Bebek uyuyor. Biz evin içinde hiç bakmadık yer koymadık. Bir göz ev fakat
Meziyet’in büyük dedesigil çok uzak bir yerden göç etmişler. Evde banyo var. Dışarda tuvalet var. Evin
bir köşeşinde soba var. Hatta ev büsbüyük saray yavrusu. Birbirimizin sesini duyamıyoruz. Biz evi karıştırırken
taa yukarı köşede bir de tandır var. Tandırın hemen yanı başında sandık mı
desem, dolap gibi düğmeli telli süslü bir şey. Kapanı açıp içine girdik. Tellerini çaldık. Bu ne
dedim Meziyet’e. Gramafon, dedi. Bir düğmesine bastıydı, başladı çalıp söylemeye. O ara
bir de oyuna başladık. Çocuk da uyandı. Zaten o çalgıyı da bilip durduramadık. Ev bir tuhaf
oldu. Evin kapısından çıkarken duvarın kenarında karyola gibi yerler var. Bunlar ne, dedim Meziyet’e.
Onların adı pat, üzerine yatak sererler pire olmazmış, dedi. Meziyet bebeği sallıyor, bebek
ağlıyor. Kapıdan çıktım bebeğin anası geldi.
Evimize
geldim, anama o evde gördüklerimi anlattım. Anam, Meziyet’in büyük dedesinin uzak bir ecnebiden kaçıp geldiklerini,
gelirken de evlerinde kazlarını kesip karnına artık altın mı dolar mı, ellerindeki para
neyse kazın karnında, üzerine de don yağı dökerek sınırdan atlattıklarını anlattı.
Anamı dinledim dinledim, zere herkesin evinde yıkanmaya leğen yok, onlarda evin içinde banyo, herkesin radyosu
dahi yok onlarda gramafon, o yıllarda herkes kuşekmeği yer, onlar da somun dedim. Kalk dedi babaannem, zenginin malı züğürdün dilini yorar.
BABAANNEMİN BAL ARISIYIM
Ben
çok küçüğüm beş yaşındayım. Anam söyledi. Rafet Amcamın yetmiş-seksen kovan arısı
var. Hüseyin Amcamın da var o kadar fakat Hüseyin Amcamın karısı fesat. Hiç babaanneme bize zırnık
koklatmaz. Rafet Amcamla Hüseyin Amcam ayrı anadan. Babam babaannemden olduğu için Hüseyin Amcam babaanneme hiç
bal vermez. Babaanneme, Hüseyin Amcama yardım etme, o bize, sana bal vermez, dedim. Babaannem, varsın vermesin,
yardım karşılıksız yapılır, yardımın karşılığını
Allah verir, kullar veremez, Rafet Amcanın verdiği bal bize yeter de artar bile, dedi. Anam ebeme, bal versin diye
demem sen onun anası değil misin, dedi. Tabii ben küçük olduğum için orasını bilmem. Ebem, ananın
üvey olması kardeşi üvey yapmaz hepsi bir atanın evlatları, Hüseyin’i karısı şımartır,
ondan beni pek sevmez, dedi. Rafet Amcamın kapısı on adım bizim kapıya. Hüseyin Amcamınki otuz
adım kadar var.
Bir
gün Rafet amcam yine bal açtı. Kapılar açık. Yalın ayak yürüdüm eve girdim. Bal yığdıkları
çadırın üstüne dikildim. Cicim, ayakların yalın balları batıracaksın, dedi. Ben kenarına
oturdun habire parmağımla petekleri delip delip parmağımı yalıyorum. Cicim, Amcamın karısı,
balları batıracaksın kalk da gel buraya, dedi. Doymadım, amcamın yüzüne bakıyorum. Amcam bana
gülüyor. Küçük olduğum için olacak bana da kıyamıyor. Doldur balları eteğine, dedi. Petekler ikişer
kiloluk. İki tane eteğime koydum. Bir de yarıma uzanıyorum. Yarı peteğe uzanınca bütünler
düşer diye eteğimi dişlerimle tuttum. Bu sefer de yerden kalkamadım. Cicim, dök açciğini, dedi. Dökmem
de. Daha kalkabilsem yerden yarım olanı da alacağım. Rafet Amcam yıkılıyor bana gülmekten.
Cicim beni dışarı çıkaracak. Amcam Cicim’e, bırak çocuğu, dedi. Cicim eteğimdeki
balları boşaltmak istedi. Heralde amcam kızdı. Ben ağlamaya başladım. Kalkamam, eteğimi
boşaltmam da. Anam utanır, dökelim, der bana. Babaannem geldi beni kucağına aldı. Anam, ayıptır,
der. Babaannem, benim kızım bal arısı, babaannesinin bal arısı o, dedi. Üzerimi soyup değiştirdi.
Bir tepsi bal, ye de ye… Amcamın hoşuna gitti heralhalde her bal açışında eteğimi bal
petekleriyle doldururdu.
BU
şiirleri ve öyküyü yazıp bize göndererek yayınlanmasını sağlayan sayın GÜLNAR
ÖZAÇAR (BAŞ ) a saygılarımızla.
|