Bizim sesimiz

Home
DUYURULAR
FESTIVAL 2011
MESAJ ve DUYURULARINIZ
OKÇU KÖYÜ NEREDE
Okçu Köyünde ALABALIK
Okçu Köyü festivalleri
Okçu Köyü Hane Listesi
home
OKÇU KÖYÜ DERNEGI
Resimler
Okçu resimleri
KURU FASULYE
OKÇULUYUZ
Resimler
Resim galerisi
Resim galerisi
Okçu Köyü
Resim galerisi
Görüntülerle Okçu
Okçu Göleti ve Sulamasi
Videolar
Video-1
Video
Dilimiz
Nereden geldik
Okçu Köyü
Okçu Sevgisi
Resimler
Resimlerle Okçu
Resimlerle Okçu
Okçu Resimleri
Video görüntüleri
Yeralti Zenginliklerimiz
video
OKÇU KÖYÜ HALKI-1
OKÇU KÖYÜ HALKI
Okçu Köyü HALKI
Okçu Köyü HALKI
Okçu Köyü HALKI-5
Okçudan videolar
Gerçek Hikayeler
okçu köyü
okçu köyü

bu sayfada   hit counters  kişi var

Sevgili dostlar;
 
Dostlarınızla paylaşmak istediğiniz şiir, öykü gibi yazılarınız varsa lütfen bize ulaştırın.Bu sayfalarda yayınlayalım.

 

 

 

ANALAR

 

Analar canım analar

Evlatları için bağırları yanar

Dokuz ay karnında gezdirirler

Evlatları için derisini yüzdürürler

Çocukları için sürgü olurlar

Evlatları için hazır dururlar

Onlara baktıkça huzur bulurlar

Analar canım analar

Gözünde yaş görse içi ürperir

Onunla yaş döker sevgisini verir

Gurbete gitseler yollara durur

Analar analar canım analar

Evlat acısını gösterme ya rap

Yavrusu ölenin ciğeri harap

Anasız yavrular perişan ya rap

Analar canım analar

Anayı tarif edemez yaşarsın

Evladı memnun edemez şaşarsın

Her saat her saniye kalbinde taşırsın

Analar canım analar

Kanatlanır yavrular yuvadan uçar

Anaların bağrında yaralar açar

Kimileri güler kimileri keder saçar

Analar canım analar

Analar ölse de duası ölmez

Ana hizmetin her evlat bilmez

Anadan red alan evlat gülmez

Analar canım analar

Ana gibi can bulunmaz

Ana kadar şan bulunmaz

Ana gibi yar bulunmaz

Analar analar canım analar

 

TÜRKİYEM

 

Ülkeler içinde tükenmez kaynak

Asker doğar yavrularım canım Türkiye’m.

Sözüne sadıktır işine ilmek

bekler nöbetini vız gelir ölmek.

 

Şehitler vatanı canım Türkiye’m

Ay yıldızlı Türkiye’min bayrağı

Şehitlik Türk’e hak armağanı

Muhammet torunu İmam Hüseyin

 

Şehitler vatanı canım Türkiye’m

Ne olurdu erkek doğsaydım

Ömrümün boyunca asker olsaydım

Gam yemezdim vatan için ölseydim

 

Şehitler vatanı canım Türkiye’m

Şehitlere benim gözüm doluyor

Şehitlere benim kalbim duruyor

Vijdansız zalimler nasıl vuruyor

Şehitler vatanı canım Türkiye’m

 

ÖVGÜ

 

Bu dünyada temiz ırmak

Can istiyor onu görmek

Beynimin güzel fikri

Kalbimin sonsuz zikiri

Beni Mevla’ya götürür canım Muhammet

 

Yoluna yüzümü sürsem

Filizlerin kime sorsam

Hak nasip etse de bulsam

Canım Muhammet muhammet

 

Bu aleme geldin örnek

Haddim yetmez seni övmek

Dünya ahret sonsuz nimet

Canım Muhammet Muhammet

 

Kimileri senden ırak

Hak’tan geldi sana burak

Şükür olsun sana yarab

Canım Muhammet Muhammet

 

Sönmeyen güneşsin sen bu aleme

Melek secde etti babamız Adem’e

Gem vuruldu şeytana çalıştın vatana

Canımın canı Muhammet

 

Senin sözün bize senet

Sen getirdin bize sünnet

Bütün ümmetine şefaat et

Canım Muhammet Muhammet

 

Kainat izinden gitse

Taş üstünde gül bitse

Düşmanların yere batsa

Canım Muhammet Muhammet

 

Dünyanın aynası Allah’ın canı

Kendinden kendine vermiş o şanı

Yüklemiş savaşı yüklemiş gamı

Canımın canı canım Muhammet

 

Onun ilk durağı şüphesiz sensin

Dünyada ahrette içiçe sensin

Hak için yanmayan şu kalbim sönsün

Canımın canı canım Muhammet

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İNSAN KUŞ MİSALİ

 

Amma yakın

Amma ırak

Gelir bir gün tahta budak

Diyemezsin

Götürme bırak

Alır gider

Kuş misali

 

 

 

YUSUF TUNCER’İN ÖLÜMÜ

 

Dermansız dertlere esir olmuşsun

Merhemsiz yarayı nerde bulmuşsun

İlkbaharda solan güle dönmüşsün

Ölmüşsün canım ölmüşsün bugün

 

Nerde kaldı o beyliğin

Ceylan gibi yavruların

Gözü yaşlı sevenlerin

Ölmüşsün canım ölmüşsün bugün

 

Güzelliğin destan dile

Ölümünü bile bile

Gir cennete güle güle

Ölmüşsün canım ölmüşsün bugün

 

Azraile dur diyemem

Dünya cana dardır o gün

Artık kalkıp yürüyemen

Ölmüşsün canım ölmüşsün bugün

 

Sevenlerin teslim eder

Alır seni kara toprak

Mizana[1] koyarlar seni

Açılırsın yaprak yaprak.

 

13.03.2006

 

 

BOSNA HERSEK

 

Ateş gibi güneş doğar

Dolu gibi kurşun yağar

Acı anaları boğar

Acı dolu Bosna Hersek

 

Bulutlar siyah dolaşır

Kara haberler yarışır

Ağıt feryaza karışır

Hüzün dolu Bosna Hersek

 

Yavru anaya ana yavruya

Yarab bu azabı defet sen yok et

Senden yardım senden medet

Zehir dolu Bosna Hersek

 

Analar bacılar saçların yolar

Vahşice cahiller canları tarar

Ayaklar kanlara yıllardır dalar

Kabus dolu Bosna Hersek

 

 

KERBELA

 

Kuşanma kılıcın düşme yollara

Gül tenine susamış zebil kullara

Yezit bular seni kızıl kanlara

Gitme ciyer parem gitme Hüseynim

 

Senin askerin azdır sayısı

Yorar seni dağlar itin sürüsü

Git gide artıyor yezit sayısı

Gitme ciyer parem gitme Hüseynim

 

Sana olan zulme dayanmaz canlar

Yezit denen zalım sizdenne anlar

Gül tenine akar kanlar

Gitme ciyer parem gitme Hüseynim

 

Kerbela ağıttır  dillere destan

Başı ayrılsada ruha ayrılmaz destan

Allah vermiş size cenneti boştan

Gitme ciyer parem gitme Hüseynim

 

06.09.2007 Cumartesi  
 
 

BİR ANADOLU KADINININ ANILARI

 

ASKER MİSAFİR BABAM ÇIKTI                             

 

Bir sonbahar sabahı iki veya üç yaşımdayım. Evimize uzun boylu bir erkek geldi. Bacakları çarpık, sırtı kambur. Çabuk çabuk Ayşe Ebemin bir şeyler fısıldadı kulağına. Ebem öyle mutlu oldu, yüzünden belli ki gülümsüyor. Hem de, mektup ne zaman geldi, diye soruyordu. Hem de ebeme o da, ebe, diye konuşuyordu. Bir de, muştuluğumu istiyorum, diye öyle laflar etti ki ben küçük olduğum için hiçbir şey anlamadım. Sadece anamı, benden on bir ay büyük olan Hatice Ablamı, bir de babamın annesi Ayşe Ebemi tanıyorum. Kim olduklarını bile bilmiyorum. Evin içinde yataklar serili, sabahın erken körü, güneş filan doğmamış. O erkek bize bu kadar erken nasıl, neden, niçin gelmiş, kim o insan? Yalnız o adam gidince ebem, yarın bu saatlerde gelin, Şevket geliyormuş Fadime’nin Ali’ye mektup gelmiş, onu muştuladı, dedi. Ebem yani babaannem ablamla benim elimden tuttu. Babanız askerden geliyor, dedi. Ama baba kim, Şevket kim, Ali kim, Fadime kim bilmiyorum. Sonra büyüdükçe anamdan öğrendim. Fadime babamın ablası, Ali onun hem oğlu hem de babamdan iki yaş küçük. Babam Ali’nin hem dayısı hem arkadaşıymış. Onun için bize bu kadar rahat gelip gider hem de babaanneme o da ebe dermiş. Ertesi sabah güneş doğmadan anam da ebem de bir telaş. Ebem avluyu zaten ikindiden süpürüp temizledi. Akşama kadar da ablamla bana, babanız geliyor, babanız gelecek, size kına, şeker getirecek, deyip durdu. Anamla ebem telaş ettikçe biz kimin geleceğini, babanın nasıl biri olduğunu bilmediğimiz için daha korkup anamın şalvarına sıkı sıkı tutunuyoruz. Çocuğun beyninde ilk gördükleri, duydukları o kadar sağlam durur ki sanki tapu kadar sağlam.

Ben babamı ilk aynen şöyle gördüm. Güneş doğmadan sabah ezanından sonra, evimiz caminin dibinde, ezan sanki bizim evin dam başında okunur gibi net duyulur. Deliğin önünden iki kafa kapıya doğru geçti. Gövdelerini kapının önünde gördüm. Fakat ebem belli ki hiç sabaha kadar uyumamış. Hemen ayağa kalktı, Şevket geldi, demesiyle kapıya yöneldi. Bizim yatak kapıya daha yakın olduğu için ben tam kapının altına dikildim. Dışardan bir ses, muştuluğumu isterim, dayımı getirdim. Ayşe Ebem kapının ardından dayağı çekip çıkardı. Dışarıdaki adamlar içeri girdi. Ben aşağıdan yukarı bakıyorum. Öndeki adamın sırtında yeşil elbiseler, takkesine kadar hepsi bir takım. Elbiselerin üzerinde kırmızı kırmızı gelincik çiçeği gibi kumaş parçaları dikili. Meğer asker urbası böyle olurmuş. Beni kucağına aldı babam. Sanki süslü gelin gibi güzeldi. Hani insanın ihtiyacı olan bir şeyi tesadüf verince, bulunca memnun olur, sevinir. Açsa doyar, çıplaksa ısınır. Bana öyle geldi, o anı daha özlüyorum. Meğerki öndeki asker urbalı babam, arkadaki Fadime Halamın oğlu Ali Amca imiş. Eve girdiler. Babam şöyle anlatıp durdu, gece trenle Karaköse’den çıktım. Yalınlı istasyonunda indim. Yürüye yürüye İmikler Köyü’ne dayımgile geldim. Ordan da erken çıktım yürüdüm. Bir pancar arabasına rastladım. Buraya Okçu Köyü’ne geldim. Ayaklarım potine* yapıştı. Yükümde çocuklara kına şeker, arkadaşlara, eşe, dosta asker cigarası derken uyuyup kalmışım.

 

KERVAN

 

Anamla anneanneme gidiyoruz. Yaşım kaç bilmiyorum. Yalnız anam elimi bırakmıyor ki kesin küçüğüm. Anamı asılıyorum. Düşersin, der. Beni bırak derim. Bırakırsam seni yabancılar ta uzaklara kaçırır, gözlerini oyar, kendi çocuklarına takarlar, der. Ben de korkup bir tarafa gidemiyorum. Anneanneme ebe diyorum. O zaman öyle, babaanneye de anneanneye de herkes ebe, nine diyorlar. Öbür türlü bilen yok. Ebemin evi bizim eve çok uzak. Biz köyün çarşısında oturuyoruz. Ebemgil taa köyün yukarısında. Yaylaya gider gibi yolda yürürken, bir iki kadın ellerinde kırık dökük çanak, söyleni söyleni baş aşağıya yürürler. Anam sordu, ne söyleniyorsunuz, nereye gidiyorsunuz. Kadının biri, kervan gelmiş, dedi. Öbürü biraz şakacı, akıl aramaya, deyince anam, gerçekten doğru söyleyin, nereye gidiyorsunuz? Şakacı kadın, kervana develer gelmiş. Anam, yükleri neymiş. Şakacı kadın, yükleri mi, üzüm, yemiş, tuz, hurma, keçiboynuzu, iğde, bizim onları almaya paramız yok, biz de bu elimizdeki kaplara develerin siğdiğini doldurup içeceğiz, dedi. Anam, siz şaşırdınız mı hiç siğdik içilir mi, hasta olursunuz. Kadın, derman için, mayasıla bire birmiş, gel sen de gidelim, dedi. Biz de yürüdük. Sanki köy hep orada. Develer otuz kırk tane var. Kimisi ığmış, kimisi ayakta. Çocuklar devenin arkasına dikilmiş, avuçlarını açmışlar, biraz yaşlı ebeler kırık dökük çanak tutuyorlar. Kimileri gülüyor kimileri devenin sırtında resim çektiriyorlar. Fotoğraf makinesi de kervanla gelmiş. Kervancılar para karşılığı fotoğraf çekiyorlar. Fotoğraf çekinmeye de herkesin cesareti yok. Dışarıda çalışan bir iki kişi fotoğrafın ne olduğunu biliyor. Onlar fotoğraf çekilince, bunun ayıp olmadığını sadece bir anı olduğunu köylüye anlatıyor. Ben hem seviniyorum kalabalığa hem de develeri hiç görmediğim için boylarından korkuyorum. O ara devenin biri siğmeye başladı. Hatça Ebe babamın akrabası, bir avuç kendi içti bir avuç da bana içirdi. Yüzümü yıkadı bir de beni siğdiğin altına tuttu, saçlarım uzasın diye. Hep ıslandım, gözlerime kaçtı, sızlıyor. Öbür yandan başka bir kadın Hatça Ebe’yi ittirdi. Hep bu rahmet size mi, biraz da benim çocuğumun saçları uzasın. Herkes kapış kapış, sanki yangından yağma kaçırıyorlar.

 

İLK KINA VE MELEK

 

Kurban Bayramının arifesi. Hatice Ablam takıyı, giysiyi güzeli yeniyi pek severdi. O gün anama ben bayramlık isterim, kına isterim diye tutturdu. Babam ters ve cimri bir türlü alırım demez. Askerden kına getirdim ya daha ne, diyor. Anam kınayı arıyor tarıyor bir türlü bulamıyor. Akşam oldu. Büyük halamın kocası Ahmet Çavuş muhtar olduğu için köyün resmi işlerini şehirde yapmaya gidiyor. Şehre gitmişken kızına bayramlık almış, halam da kızının elbiselerini ablama getirmiş ben de ablamın elbiselerini giyeceğim. Anam nakışlı çoraplarımızı sandıktan çıkardı. Fakat kınayı, evi delik deşik etti kına yok. Sabah bayram, kadın köy yerinden nereden alsın. Ablam illaki kına yakınacağım diye ağlıyor. Çok küçüğüz heralde, o geceyi bir dumanlı, derin ıssız anımsıyorum. İkinci yaşım filan. Komşumuz Kezban Hala o gün ihtiyar anasına kına yakmış. Kezban Halanın babası Sülü Dede bakkaldı. Ablam kına isterim, diye ağlaya ağlaya uyudu. Anam pek üzüldü. Kalktı Sülü Dedeye gittik. Sülü Dede yakın, bizim eve pek yakın. Sordu anam, kına bitti evladım, dedi. Eve geldik, Anam ablamın üstünü örttü. Yorgana doğru elim uzanınca elime bir damla yaş değdi. Anama baktım ağlıyordu. Uyumuşuz. Az sonra kapı açıldı. Kezban Hala elinde kına sahanıyla içeri girdi. Anasının başına yaktığı kınanın bulaşıklarına biraz toz şeker biraz su karıştırdı. Ablamın ellerine sanki yaraya krem sürer gibi biraz biraz sürüp eşarpla bağladı yalan yanlış. Bana da yaktı. Ellerimizin çok yeri boş. Orada burda bir iki nokta benek. Sabahleyin uyandık ablam öyle sevindi öyle sevindi anlatamam. Kınalarımızı kim yaktı, deyinca anam, Melek, dedi. Ablam, sen gördün mü, diye bana sordu. Anam, Melek görünmez, diye cevap verdi. Bir şey isteyip de bulamadığımızda, alamadığımızda ablam hep, ah o Melek bir daha gelse, der dururdu.

 

MERDİVENDEKİ CİN

                                

Anam beni bahçeye giderken, amcamın hanımı İrebiye Cicime emanet ederdi. Ben hani aksi degil de hareketli, istediğim yere anında çabuk varan bir çocuktum. Yine bir gün anam bahçemizden domates biber getirecek. Beni evlerimizin uzaklığı on adım olan İrebiye Cicime bıraktı. Amcamın evi çardak iki katlı, merdivenli. Bizim evimizse, kapıdan dışarısı toprağa basarız, yer ev. Cicim beni kucağında merdivenden çıkardı, sekiye oturttu, elime de bir bardak süt verdi. Ben sütü içiyorum fakat üzerime de biraz döküldü. Cicim bana, beş yaşındasın bir bardağı sıkıca tutamıyorsun, kötü müsün sen, deyip merdivene aşağıya yürüyünce arkasından şalvarına süt tenceresi takıldı, merdivenlere aşağı süt tencere karıştı. Evin kızı Nazire Abla telaşla içerden dışarı yarışınca o da beni farkedemedi bana çarptı, merdivenlere aşağı ben de düşüp ta yere kadar indim. Yerde de avludaki inek süstü. Başım yarıldı, kanadı. O ara anam geldi. Anam, amanin ne oldu size böyle cin çarpmış gibi deyince İrebiye Cicim, merdivendeki cin, bizi cin çarptı, dedi. O gün bugün merdivenli ev görünce bu manzarayı hatırlarım.

 

GRAMAFON

 

Arkadaşım Meziyet’le oynuyoruz. Mahallemizde Meziyet’lerin evinen bizim evin arası yirmi adım anca. Onun anasıyla benim anam amca çocukları. Meziyet’in babası Mustafa Amca yapı ustasıydı, çok güzel kalem gibi yapı yapardı. Hemen hemen köyün üçte birinin oturdukları evi o yaptı. Mimar gibi adamdı valla. Rahmetli üç katlı binayı, komşusuna üç ayda bitirmiş. Altmış oda kerpiç bina, üç tarafı pencere, keklik kafesi gibi. 1959 senesi olacak, sekiz yaşımdaydım. Binanın kiremidi yani çatısı örtülürken bütün köylü çatı kiremidini kamyondan yere yıktılar. Ben küçükken böyle işleri yardımlaşarak yaparlardı. Hatta o üç katlı binanın yerinde yıllanmış tepesini, Yunan askeri ordan burdan göçürmüş yakmış, kevgire çevirmiş. Kapımızdan yürüyerek çıkıp o delik dambaşın yanına vardım mı, apılayarak* da dambaşın üstüne çıktım mı, delikten de göçük yere bakarken anamın beni arkamdan korku içinde elbisemin sırtından yakalayıp eve getirdiğine, kapıyı da çok zaman kendisi de iş tutarken dayakladığına aklım eriyor. Anama bunları anlattığımda, sen o zaman dört yaşındaydın, doğru amma hayret, derdi anam. Hele hele bizden bir iki yaş büyük ablaların abilerin ayaklarını o deliklerden aşağıya salladıklarını daha iyi hatırlıyorum. Dibi herhalde fazla yüksek değildi. Tekrar önünden arkasına dolanır gülüşerek itişerek yine içine kayardık. O göçük dambaş çok genişti tarla gibi. Bazı yerlerinde de papatya kazanlar vardı.

Sonra büyüdüğümde öğrendim, köyün en zengini Hacı Hasan’ın oğlu Emin ağanınmış o üç katlı bina. O Emin Ağayı da gördüm sonra, ihtiyarlamış. Altmış odalı üç katlı bina sahibini. Çocukları pek sahiplenmemişler, altı sene sonra bina olduğu yere sanki kerpiç nadası gibi çökekalmış. Sabah erken kalkanlar köyün içinde bir toz bulutu oluşturduğunu söylediler. Babaannem de çok erken kalkardı o da duymuş görmüş. Zelzele olur sandım, önce çatırtı sonra sallantı, sonra mahalle toz içinde kaldı. Sanki birileri binayı olduğu yere nüzul** etti. Yanındaki en yakın binaların camları dahi kırılmadı. Herhalde kerpiç olduğu için, dedi köylü. Sağlam olan kiremitlerini kerpiçlerini günlerce aylarca çektiler. Sanki yağma var gibi. Bize çok yakın olduğu için görürdüm.

Meziyet’inen devamlı orada oynardık. Yine bir gün oynarken Meziyet’in amcasının karısı geldi yanımıza. Meziyet’e, hadi bize gidelim de benim bebeği salla da bezleri Ilıpınar’da yıkayıp da geleyim, dedi. Meziyet, hadi sen de gidelim, dedi bana. Gittik. Bebeğin anası, sakın hiçbir yeri karıştırmayın, ben çok çabuk geleceğim, deyip gitti. Bebek uyuyor. Biz evin içinde hiç bakmadık yer koymadık. Bir göz ev fakat Meziyet’in büyük dedesigil çok uzak bir yerden göç etmişler. Evde banyo var. Dışarda tuvalet var. Evin bir köşeşinde soba var. Hatta ev büsbüyük saray yavrusu. Birbirimizin sesini duyamıyoruz. Biz evi karıştırırken taa yukarı köşede bir de tandır var. Tandırın hemen yanı başında sandık mı desem, dolap gibi düğmeli telli süslü bir şey. Kapanı açıp içine girdik. Tellerini çaldık. Bu ne dedim Meziyet’e. Gramafon, dedi. Bir düğmesine bastıydı, başladı çalıp söylemeye. O ara bir de oyuna başladık. Çocuk da uyandı. Zaten o çalgıyı da bilip durduramadık. Ev bir tuhaf oldu. Evin kapısından çıkarken duvarın kenarında karyola gibi yerler var. Bunlar ne, dedim Meziyet’e. Onların adı pat, üzerine yatak sererler pire olmazmış, dedi. Meziyet bebeği sallıyor, bebek ağlıyor. Kapıdan çıktım bebeğin anası geldi.

Evimize geldim, anama o evde gördüklerimi anlattım. Anam, Meziyet’in büyük dedesinin uzak bir ecnebiden kaçıp geldiklerini, gelirken de evlerinde kazlarını kesip karnına artık altın mı dolar mı, ellerindeki para neyse kazın karnında, üzerine de don yağı dökerek sınırdan atlattıklarını anlattı. Anamı dinledim dinledim, zere herkesin evinde yıkanmaya leğen yok, onlarda evin içinde banyo, herkesin radyosu dahi yok onlarda gramafon, o yıllarda herkes kuşekmeği* yer, onlar da somun dedim. Kalk dedi babaannem, zenginin malı züğürdün dilini yorar.

 

BABAANNEMİN BAL ARISIYIM

 

Ben çok küçüğüm beş yaşındayım. Anam söyledi. Rafet Amcamın yetmiş-seksen kovan arısı var. Hüseyin Amcamın da var o kadar fakat Hüseyin Amcamın karısı fesat. Hiç babaanneme bize zırnık koklatmaz. Rafet Amcamla Hüseyin Amcam ayrı anadan. Babam babaannemden olduğu için Hüseyin Amcam babaanneme hiç bal vermez. Babaanneme, Hüseyin Amcama yardım etme, o bize, sana bal vermez, dedim. Babaannem, varsın vermesin, yardım karşılıksız yapılır, yardımın karşılığını Allah verir, kullar veremez, Rafet Amcanın verdiği bal bize yeter de artar bile, dedi. Anam ebeme, bal versin diye demem sen onun anası değil misin, dedi. Tabii ben küçük olduğum için orasını bilmem. Ebem, ananın üvey olması kardeşi üvey yapmaz hepsi bir atanın evlatları, Hüseyin’i karısı şımartır, ondan beni pek sevmez, dedi. Rafet Amcamın kapısı on adım bizim kapıya. Hüseyin Amcamınki otuz adım kadar var.

Bir gün Rafet amcam yine bal açtı. Kapılar açık. Yalın ayak yürüdüm eve girdim. Bal yığdıkları çadırın üstüne dikildim. Cicim, ayakların yalın balları batıracaksın, dedi. Ben kenarına oturdun habire parmağımla petekleri delip delip parmağımı yalıyorum. Cicim, Amcamın karısı, balları batıracaksın kalk da gel buraya, dedi. Doymadım, amcamın yüzüne bakıyorum. Amcam bana gülüyor. Küçük olduğum için olacak bana da kıyamıyor. Doldur balları eteğine, dedi. Petekler ikişer kiloluk. İki tane eteğime koydum. Bir de yarıma uzanıyorum. Yarı peteğe uzanınca bütünler düşer diye eteğimi dişlerimle tuttum. Bu sefer de yerden kalkamadım. Cicim, dök açciğini, dedi. Dökmem de. Daha kalkabilsem yerden yarım olanı da alacağım. Rafet Amcam yıkılıyor bana gülmekten. Cicim beni dışarı çıkaracak. Amcam Cicim’e, bırak çocuğu, dedi. Cicim eteğimdeki balları boşaltmak istedi. Heralde amcam kızdı. Ben ağlamaya başladım. Kalkamam, eteğimi boşaltmam da. Anam utanır, dökelim, der bana. Babaannem geldi beni kucağına aldı. Anam, ayıptır, der. Babaannem, benim kızım bal arısı, babaannesinin bal arısı o, dedi. Üzerimi soyup değiştirdi. Bir tepsi bal, ye de ye… Amcamın hoşuna gitti heralhalde her bal açışında eteğimi bal petekleriyle doldururdu.


  
 

 

BU şiirleri  ve öyküyü yazıp bize göndererek yayınlanmasını sağlayan sayın GÜLNAR ÖZAÇAR (BAŞ ) a saygılarımızla.                         

 

OKÇUM
Gün doğarken sivrilerden, ötüşür horozların,
Yankılanır vadilerde kişnemesi atların,
Acı bir ağıttır meleşmesi kuzuların,
Oynaşır ovalarda kekliklerle tavşanların, OKÇUM,

Seher vakti sarar her hücreyi kekik kokuları,
Söyler nehirlerin, hüzünlü sevda şarkıları,
Soğuk pınarda sıra bekler al yazmalı güzeller,
Al aldır genç kızların yanakları, OKÇUM,

Nerde olsam, ne yapsam, bilirim beklersin beni,
Masallar diyarında bile olsam, hiç unutmam seni,
Ben hep seninim, sen hep benimsin, özlemlerimdensin,
Birgün, ebediyyen, hepimizi sinene çekeceksin, OKÇUM.
 
 
Mehmet AKÇAKOCA
 
 
 
OKÇUM
Havası temiz,insanı sıcak
Özü cennet,köşe bucak
Her gelene açar kucak
Koşsam gelsem sana doğru
Yazı başka,kışı başka
Köyü gören düşer aşka
Neşelidir insanı,her yaşta
Coşsam gelsem sana doğru
Tarih kokan ceviz ağaçları
Çiçek çiçek yamaçları
Cıvıl cıvıl öter kuşları
Uçsam gelsem sana doğru
Yaz kış akar ılıpınarı
Soğuk pınarı türkü çağırı
Çekilmiyor gurbet kahrı
Çeksem gelsem sana doğru
Köy kahvesinin önü muabbet
Orada döner binbir sohbet
Yetti desem artık gurbet
Dönsem gelsem sana doğru
Her mevsim güzel dede bayırı
Zümrüt gibi özü,çayırı
Sivrilerden aşağı sağnak
misali
Yağsam gelsem sana doğru

CENGİZ AKÇEKOCA

 
 
 
OKÇU KÖYÜ
Kualiç yaylasının yolları
Zordur elması,ayvası fındığı vardır
Okçunun halkının gözleri kördür
Okçunun kıymetini bilenler gesin.
OKÇU
İlkbahar ayında arıcı gelir
Yaz aylarında burada kalır
Arısı çicekten temiz bal alır
Okçunun kıymetini bilenler gelsin.
OKÇU
Okçunun çallrı al-yeşil şaldır
İçinin çiceği şekerdir baldır
Bütün tikenleri kırmızı güldür
Okçunun kıymetini bilenler gelsin.
OKÇU
Çıksam SİVRİLER'e seyran eylesem
İsem meşelere destan söylesem
Gelenden geçenden sühal eylsem
Okçunun kıymetini bilenler gelsin.
OKÇU
Dikilmiş sivriler okçuya bakar
Neresini kazsan ordan su çıkar
Meyvası sebzesi tarlada kokar
Okçunun kıymetini bilenler gelsin
OKÇU
Yaz ayları gelse köyüme gitsem
Meyvayı sebzeyi pazarda satsam
Köyün havasını içime çeksem
Okçunun kıymetini bilenler gelsin.
OKÇU
Ilıpınar'ın suyu durmayıp akar
Deydiği yerden ormanlar çıkar
Lalesi sümbülü gülleri kokar
Okçunun kıymetini bilenler gelsin
OKÇU
Henüz 14'tür benim yaşım
Anam babam iki kardeşim
Okumaktır benim işim
Okçunun kıymetini bilenler gelsin
OKÇU
BEN SEHAP OLAN BEN HAKİR VE FAKİR DAİMA KUSURU ÇOK OLAN SEYYAH İNSAN OĞLUYUM BENİM BABAM METİN ÖZALTIN DAİMA ALLAH'TAN İSTEYEN KALBİ TEMİZ DOĞRU. KARA MEHMET'İN TORUNUYUM AİLEM'DEN GURUR DUYUYORUM. HEPİNİZE SELAMLAR .KUSRUM VARSA KUSRA KALMAYIN..... 

mehmet özaltın    (kara mehmet'in torunu)
 
 
 
Şair değilem,Şiirini yazaman.
Ozan değilem,Şanını düzemem.
Ressam değilem,Resmini çizemem.
Aşığım,Aşığım Sana Okçu yetmez mi?

Derviş değilem, İyisini bilemem.
Berduş değilem, Kötüsü de olamam.
Ermiş değilem,Ermeyi de bilemem.
Aşığım,Aşığım Sana Okçu yetmez mi?

Hatat Değilem,Güzel yazaman.
Özel değilem, Özel de olamam.
Ben buyum, fazlası da olamam.
Aşığım,Aşığım Sana Okçu yetmez mi?

Okçu köyüne sonsuz saygı ve selemlarımı sunar, hürmet ve muhatbetle canı gönülden kucaklarım. Saygılarımla
 
 
Ali Aslan AKÇAKOCA
 
 

Enter supporting content here